12 Nisan 2009 Pazar

Joyeuses Pâques!


Paris'te geçirdiğim ilk sene, Paskalya gününün akşamında şaşkına dönmüştüm doğrusu. Hattâ dönmüştük, demeliyim; çünkü ne olup biteceğini bilmeden, o gün, Murat ve Hakkı'yla Bastille'de bir sinemanın önünde buluşmak üzere haberleşmiştik. Artık hatırlamıyorum; ama bir filim izleyecektik işte.

Buluştuğumuzda, hepimiz etrafımıza aval aval bakıyorduk. Gideceğimiz sinema kapalı olduğu gibi, etraftaki diğer salonlar da kepenk indirmişti. Dahası, koskoca meydanda rahatlıkla aynı anda 3 çift kale maç oynanacak kadar muazzam bir boşluk vardı. Şaşkın, oradan le Marais'ye doğru yürüdüğümüzü anımsıyorum. Eşcinsel mahallesi olduğu için, böyle dinî bir günde, olsa olsa orada bir hareket olur, diye düşünmüş olmalıyız. Heyhat... Yılın 363 günü gey, lezbiyen, transeksüel kalmaya devam eden bu mahalle bile, iki günlük Paskalya ayracını boş geçirecekti belli ki. Dükkânları kapalı, cafélerin çocuğu da ölü görünce, biraz dolaşıp, yol üstünde denk geldiğimiz bir kilisenin ayinine katılmıştık, kısa bir süreliğine. Sonra, geceyi, Notre Dame Katedrali'nde tamamlamıştık galiba.

Paris'i 'öyle' görebileceğiniz nadir günlerden birisidir Paskalya. Zira sadece şehrin sakinlerinin değil, aynı zamanda turistlerin de ortalıkta fazla dolaşmayacağı tek vakittir. Ağustos tatilinden de, Noël'den de ayrılır bu yönüyle.

Neyse. Konuya dönmek gerekirse, o gün yaşadığım tuhaf, yarı ekşi, yarı acı yalnızlık tadı, her yıl Paskalya vakti tekrar ediyor aslında. Yine de bu kez, sabahtan, kız arkadaşıma küçücük de olsa bir Paskalya sürprizi yapmaktan geri durmadım. Akşamsa Galatasaray'a karşı Fenerbahçe'den bir Paskalya hediyesi bekliyorum; ona göre...

Hiç yorum yok: