20 Kasım 2007 Salı

Drucker'e saygı duruşu

Fransa'da televizyon seyretmeye başladığımda ekranda ilk gördüğüm sunuculardan biri Michel Drucker'di. Yalan söyleyecek değilim; çok eski tip bir sunum tarzı olduğunu düşünerek, kendisini hemen zaplamıştım. Tabii Drucker'in televizyon kariyerinin 1965 yılında, sunucu 23 yaşındayken başladığını öğrendiğimde, bir hayli şaşırdım.

Bugünlerde otobiyografik kitabını yayınladığı için hemen her yerde çıkmaya başlayan Drucker'e yeniden dikkatlice baktığımda, ilginç bir şekilde bizim eski TRT kuşağına da etkileri olduğunu düşünüyorum. Fransız Televizyonu, son yıllarda Anglo-Sakson televizyonculuğu ön plana çıktığından unutuldu bu, aslında Türk televizyonculuğunda bir hayli kaydadeğer bir etkiye sahip. Drucker'i izlediğinizde Orhan Boran'ı da görüyorsunuz, Halit Kıvanç'ı da, Cenk Koray'ı da... Televizyonun ilk büyük yıldızlarının, halkla ilişkilerinde kurdukları yakınlık-uzaklık dengesi, kabul etmek gerekir, şimdilerin çoğuna kıyasla çok daha saygıdeğer görünüyor aslında. İlginç bir özellikleri var onların: Bilim, akademi, kültür-sanat dünyalarının o sıralardaki nobranlığını televizyona aktarırlarken, insanlarla bir bakıma diyalog kurma yöntemini seçmiş gibi hepsi. Kişisellikleri, şimdikilere göre, biraz daha geri planda kalmış: Futbolda "İyi hakem kendini unutturur" diye bir deyiş var ya, onun gibi, iyi televizyoncuların marifetleri, kendilerini unutturmalarından geçmiş biraz.

Yenileri de eleştirmeden önce anlamak lâzım tabiî. Daha duygusal bir televizyon dünyası içerisindeyiz artık. Televizyon-seyirci ilişkisi, Fransa'da da gözlemliyorum bunu, eskisine kıyasla çok daha geçişli gibi. Eskiden televizyon, bizden ayrı, ondan faydalandığımız bir eğlence, bilgilenme aracıyken, bugün artık, hele dizileri, yarışmaları düşünecek olursak, kendisinden ayrı bir hayat düşünemeyeceğimiz, adeta vücudumuza entegre ettiğimiz bir parça konumuna bürünmüş. İşte bu yeni algılama içerisinde Orhan Boran'ın yerine Okan Bayülgen, Michel Drucker'in yerine de Marc-Olivier Fogiel'in gelmesini olağan karşılamalı.

Yalnız bir şeyin altını özellikle çizeyim: Bugün Michel Drucker, Fransa'nın en çok izlenen kanallarından birinde önemli bir program sunmayı sürdürürken, Julien Lepers, Questions pour un champion'la hâlâ izlenme rekorları kırarken, bizim kilometre taşlarımız nerede, ister istemez merak ediyorum.

Kendimizi aşağılamak istemem ama, ne yazık ki aramızda bir uygarlık farkı olduğunu kabul etmek zorunda kalıyorum. Uzun dönem taklit ettiğimiz Fransız Cumhuriyeti, sadece eğlence sektöründe değil, her alanda kendi ürettiği değerleri koruma ve geliştirme yolunu seçmiş. Bizse sürekli ezmişiz, tüketmişiz, unutmuşuz.

Burası Fransa. Tabii ki de cennet değil. Çok kızabiliriz ona. Oysa buradan bakıldıkta görülüyor ki, "Türkiye'de güzel şeyler de oluyor" ifadesinin öbür yüzünü de kimi zaman hatırlatmak gerekiyor:

Türkiye'de çirkin şeyler de oluyor...

(Fotoğraf: France 2)

Hiç yorum yok: