7 Nisan 2009 Salı

Fransızlar bizi neden bu kadar çok seviyor?

Altı yıla yakındır Fransa'da yaşıyorum, Türk olduğum için özel olarak ayrımcılığa uğradığımı, kınandığımı anımsamıyorum. Burada yabancılara karşı genel bir ayrımcılık uygulanıyorsa eğer, ondan payıma düşeni almışımdır belki ama, dediğim gibi, Türk'üm diye özel olarak böyle bir şey gelmedi başıma. Memleketimi soranlara da Türk'üm dediğim zaman yüzünü ekşilterek bakanını hiç görmedim. Tersine, çoğu zaman özel bir ilgiyle karşılaştığımı söyleyebilirim, Türk olduğum için. Peki nedir bu, siyasetçilerin dünyasında olup biten o hâlde? Neden 'öyle' görüyorlar bizi? Hele hele bugünlerde yine, neden yarışa girdi Fransız  liderler, politikacılar, diplomatlar Türkiye'nin AB'ye girişine en çok kendilerinin karşı çıktığını kafamıza kakmak konusunda?



Bunun tek bir yanıtı olamaz kuşkusuz. Gelgelelim doğruya bizi en çok yaklaştıracak unsur, işte bu fotoğrafta gizli belki de. Fransa Cumhurbaşkanı'nın bitmez tükenmez aşağılık kompleksi ve onun doğurduğu sonuçlar, bize bir ölçüde zarar veriyor kuşkusuz ama, en çok da Fransa'nın imajını zedeliyor sanıyorum.

Fransa, tuhaf bir biçimde kendini Türkiye'yle yarışırken buldu diplomatik alanda, tamamen bu aşağılık kompleksi nedeniyle. Aşağıya bazı fact'leri sıralıyorum; ne demek istediğimi daha iyi anlatacaktır.

1- Ortadoğu Sorunu
Türkiye, İsrail-Suriye arasında arabulucu rolü oynadı. Aynı rolü Fransa da oynamak istiyordu. Özellikle de Akdeniz İçin Birlik toplantıları sırasında Paris'te gözümüzün önünde köşe kapmaca oynadı iki ülke. Ancak Fransa, bütün çabalarına karşın iki ülke liderini tek fotoğrafta biraraya getiremedi ve Türkiye'den rol çalamadı. Oysa Türkiye, aynı saatlerde, iki liderden birbirine mesaj taşıyordu.

2- Akdeniz İçin Birlik
Akdeniz İçin Birlik, Fransızlar açısından hem Türkiye'yi AB'den uzaklaştırmaya yarayacak bir manivela olacaktı hem de bölgede Fransa, Türkiye'nin üstlenmeye başladığı rolü kendi üzerine almış olacaktı. Bu nedenle de bu yeni Birlik oluşumuna muazzam diplomatik yatırım yaptı Fransızlar. Ama olmadı; özellikle de İsrail'in Filistin'e saldırmasıyla Akdeniz İçin Birlik, ölü doğan bebeğe döndü. Artık bu sözümona Birlik'i oluşturan ülkeler, biraraya bile gelemiyorlar! Akdeniz İçin Birlik'in bir sonraki büyük zirvesi ne zaman yapılacak, belli değil...

3- Obama ilk kime gidecek?
Nicolas Sarkozy, Fransa tarihinin en Amerikancı cumhurbaşkanı olarak etiketlenmeyi de göze alarak, daha W.Bush başkanken, bu ülkeyle ilişkilerini geliştirmek için âdetâ kıçını yırttı. Gitti tatilini W.Bush'un Teksas'taki evinde, hamburger yiyerek geçirdi. Amerikan Senatosu'nda baştan aşağı yıkama-yağlama kokan bir konuşma yaptı. Arkasından Obama seçildi. Sarkozy, İngiltere'den sonra Avrupa'daki en sıkı partneri olmak istedi Obama'nın. Yeni Amerikan başkanı, ilk denizaşırı ziyaretini Fransa'ya yapsın diye, "Obama, G20-NATO zirveleri arasında Normandiya'ya geliyor" diye dedikodu çıkarttırdı. Oysa Normandiya gezisi, baştan beri Haziran ayı için düşünülüyordu; bu kumar tutmadı. Yetmiyormuş gibi Obama, ilk denizaşırı ülke ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirdi.

4- Türkiye Mevsimi
Sarkozy, Haziran ayındaki AB seçimlerine kadar Türkiye'nin adını bile duymak istemiyordu. O kadar ki, tam da o tarihler için planlanan MEDEF'in Türkiye gezisini (MEDEF, Fransa'nın TÜSİAD'ı oluyor) erteletmek için araya girdi ve bunu başardı. Aynı nedenle Fransa'da daha önce başlaması planlanan Türkiye Mevsimi'nin açılış tarihini Temmuz başına ittirdi. Hattâ tamamen iptal etmek de istedi; ama başaramadı. Paris Kitap Fuarı'nın onur konuğu olarak Türkiye çağrılacaktı. Bu konuda her türlü ön anlaşma yapılmıştı. Resmen doğrulatmak mümkün değil; ancak kulislerde konuşulanlardan anlıyorum ki, bunu da Sarkozy iptal ettirdi.

5- NATO Savaşları
Fransa, NATO'nun askeri kanadına girerken, aynı zamanda Birlik'te önemli görevler kapmak niyetindeydi. Zaten NATO kararını daha 2007 yılında almışlardı kendi içlerinde ve mahut görevleri kapmak için hanidir gizli diplomasi yürütüyorlardı. Sonuçta sadece, NATO'nun ABD'deki temsilcisinin Fransız olmasını sağlayabildikleri söyleniyor; o da kesin mi, henüz bilmiyoruz. Ancak Fransa, çok istediği NATO Genel Sekreter yardımcılığı görevini ve NATO'nun Afganistan özel temsilciliğini Türkiye'ye kaptırdı.

Kouchner koltuğunu korumak için fikir değiştirdi

Birkaç ay önce buradaki basın mensuplarına verdiği kahvaltıda Ali Babacan'a, "Fransa'nın Türkiye konusundaki politikasına rağmen, meslektaşınız Kouchner, sizinle özel temaslarında, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği konusundaki kişisel olumlu görüşlerini mi dile getiriyor, yoksa hükümet politikasını mı dile getiriyor?" diye sormuştum. Babacan bu soruya yanıt vermek istemedi; ama çok manidar bir şey söyledi: "Şimdi bu konuyla ilgili bir şey söylersem, Fransa'da hükümet krizi bile çıkabilir." Bunun Türkçe tercümesi; evet, kişisel görüşlerini öne çıkarıyor, bakanı olduğu hükümetin değil, şeklindedir.



Ama Kouchner, az önce saydığım bütün olup bitenden sonra bu sabah çıktı, "Bundan sonra Türkiye'nin AB adaylığından yana değilim" dedi. Böylece kabinede Türkiye'den yana olan tek bakan da, görüşünü değiştirmiş oldu. Kouchner'in bu fikir değişimi de, istediği kadar bahane üretsin, Türkiye karşısında uğradığı başarısızlıkların faturasının kendisine kesilecek olduğunu bilmesinden kaynaklanıyor. Sarkozy önümüzdeki hafta ya da aylarda bakanlar kurulunda büyük değişiklikler yapacak. Bu başarısızlığının ardından da Kouchner, tabiî ki de durumu tehlikeye giren bakanlar arasındaydı. Doktor Kouchner, Türkiye konusundaki fikrini değiştirdiğini açıklayarak, Sarkozy'nin gözüne girmeyi ve bu sayede koltuğunu kurtarmayı garantiledi; hepsi bu.

Kouchner'e güveniyor muydu Türk hükümeti, bunu hiçbir zaman tam anlamamız mümkün olmadı açıkçası. Ama sosyalist geçmişi nedeniyle kendisiyle aynı kanatta yeralan Jack Lang, bir televizyon kanalında isim vermeden yaptığı açıklamada, Kouchner'in yanar-dönerliğini imâ etmişti. Mesele bundan ibarettir.

Kurtlanmalarının nedeni başka

Nicolas Sarkozy, 15 senedir özel derslerle pekiştirmeye çalıştığı hâlde öğrenemediği İngilizcesiyle bu işi çözemeyeceğini, Amerika'nın gözüne giremeyeceğini biliyor. Ne Barack Obama ne de Joe Biden, Nicolas Sarkozy'nin eski tip külüstür diplomatik ataklarından hazzediyor. Bush ile işler fena gitmiyor gibiydi; ancak ABD'nin bugünlerde dizayn ettiği yeni uluslararası politikalar, Sarkozy'yi balkona itiyor.

Size bir de sır vereyim: Obama'nın Prag'da yaptığı konuşmada Sarkozy'yi en çok rahatsız eden unsur, ABD Başkanı'nın Türkiye lehine konuşması da değildi esasen. Obama, konuşmasında çok daha önemli bir unsurun, karşılıklı nükleer silahsızlanmanın, Anglo-Sakson diplomasisinin deyişiyle "Global Zero"nun altını çizmişti. İşte Fransa'nın yanaşmak istemediği en büyük siyasi dönüşüm, esas bu konuda gerçekleşebilir. Obama'nın bu konuya, üstelik de Strasbourg'daki zirvenin hemen ertesinde girmiş olması, Fransa'ya "NATO'ya hoşgeldin. Hadi bakalım, şimdi beraber silahsızlanıyoruz" şeklinde ulaştı. Fransa 1965'te NATO'nun askeri kanadından kendini, tam da bu nedenle, nükleer caydırıcılık sırlarını Amerika'yla paylaşmamak adına soyutlamıştı. Şimdi geri döndü ve ABD daha ilk günden "Kaldığımız yerden devam" mesajını göndererek, Sarkozy hükümetini bir hayli irkiltti. Yarının konusu olan Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini, işte bundan, yani bugünün konusu olan nükleer silahsızlanma meselesinin üstünü örtmek istediklerinden öne çıkartmaya çalışıyorlar.

Tutar mı? Göreceğiz. Ama hiç sanmıyorum.

1 yorum:

Serkan Mutlu dedi ki...

kıskandıracak kadar güzel bir analiz olmuş erhun. tebrik ederim.